Farklı düşünebilmek ve çirkin ördek yavrusu sendromu
Çirkin Ördek Yavrusu, Danimarkalı yazar Hans Christian Andersen‘in 1843’te yayınladığı bir çocuk masalı. Benim, okul kitapları dışında hayatımda okuduğum ilk kitap da Andersen’den Masallar‘dı ve Çirkin Ördek Yavrusu da bu kitapta beni en çok etkileyen masallardan biriydi. Öncelikle masalı sizin için özetleyim.
Çirkin Ördek Yavrusu
Yeni doğum yapan bir anne ördeğin yumurtaları arasına yanlışlıkla bir başka kuşun yumurtası karışır. Ördek yavruları yumurtadan çıkmaya başlar ama bir tanesi farklı görünmektedir. Görünüşündeki farklılıktan dolayı kardeşleri ve çevresi tarafıdnan alaya alınır ve dışlanır. Ona çirkin demektedirler. Kısa bir süre sonra aralarında barınamayacağını anlar ve kendi yoluna koyulur. Bahar geldiğinde ise büyümüştür. Suda kendi yabsımasına bakar ve neden dışlandığını anlar. Çünkü o bir ördek değil, çok güzel bir kuğudur. Ördeklere göre daha büyük, beyaz tüylü ve daha zarif görünümlüdür. Onu dışlayan ördek kardeşleri ile tekrar karşılaştığında, onu tanırlar ve güzelliği karşısında şaşkına dönerler. Evet, o bir çirkin ördek yavrusudur. Çünkü ördek değil, kuğudur.
https://www.youtube.com/watch?v=D8ZbxLpKMS0
Bu basit görünen çocuk masalı aslında çok önemli bir gerçeği anlatır bize. Farklı olanı dışlama eğilimi. Masalın sonu iyi bitmektedir ancak gerçek hayatta işler böyle yürümez. Farklı olanlar, birbiri ile aynı olan çoğunluk tarafından anlaşılamazlar ve dışlanırlar.
Ben her zaman farklı düşünebilen insanları sevdim. Çünkü kendim de hayata her zaman genelin dışında bakmaya çalıştım. Buradaki farklılık, farklı olmaya çalışma anlamında değil, herkesin göremediğini görmeye çalışmak veya görebilmek anlamında.
Farklı olan neden dışlanır?
İnsanların düşünme ve karar alma mekanizmasını tetikleyen sayısız psikolojik faktör var. Genelin benzer düşünüp, farklı olanı görememesinin iki temel psikolojik sebebi, grup davranışı sergilemesi ve kalıplarla düşünmesidir.
Grup davranışı
İnsanoğlu sosyal bir varlıktır. Belli gruplara dahil olmak ister. Ancak grupların bir de önemli dezavantajı vardır. Bireysel düşünceyi bastırırlar. Kovan zihni diyebileceğimiz ortak düşünce yapısına geçiş yaparlar. Grup neyi seviyorsa onu sever, neyi sevmiyorsa onu sevmezler. Aksi takdirde gruptaki konumlarının tehlikeye gireceğini düşünürler. Zamanla bireysel düşünce yapılarını kaybederler ve çoğunluğu tamamlayan parçalardan biri olurlar.
Kalıplarla düşünme
Grup davranışında olduğu gibi, insanların ait olduğu dolaylı başka yapılar vardır. Tutulan futbol takımları, siyasi ideolojileri, içinde olunan meslek grupları, milliyet ve etnik kimlikler, sosyo-ekonomik ve kültürel sınıf farklılıkları insanların olaylar karşısındaki duygu ve düşüncelerini doğrudan etkiler. Bu etkiler, düşünce kalıplarıdır ve grup davranışında olduğu gibi bireysel düşünceyi baskılarlar.
Bu iki psikolojik faktör sebebiyle insanların genel olarak olayları nesnel şekilde değerlendirebilme seçeneği kaybolur. Bu psikolojik etkilere maruz kalmadan veya en az seviyede etkilenenler ise olaylara daha objektif, adil ve farklı açılardan bakabilmektedirler. Bu insanlar, toplumun geneli tarafından doğal olarak anlaşılamazlar çünkü psikolojik faktörlerin etkisi altındadırlar.
Bazı örnekler verirsem sanırım konu daha iyi anlaşılacak:
Steve Jobs‘ın bahsi geçtiğinde insanlar onu çok başarılı bir insan olarak görüyorlar. Ben ise başarılarının ve vizyonerliğinin yanı sıra Xerox’un fikrini çalarak işe başlamış, daha yolun başında ortağı Steve Wozniak’ı dolandırmış, ailesini ve küçük kızını terkederek babasız büyümesine sebep olmuş ve çalışanlarına kötü davranan ve psikolojik anlamda travmatik şekilde zorlayan bir insan görüyorum. Başarısını takdir edip saygı görmekle birlikte, bu yönünü görmezden gelemiyorum.
Muhammed Ali’den söz açıldığında insanlar onun bir efsane olduğundan söz ediyorlar. Ancak ben onun her fırsatta rakibini küçümseyen tavırlarını ve sürekli “en büyük benim” deyip durmasını görmezden gelemiyorum. Çünkü, egolu insan davranışından hoşlanmıyorum. Onun, sportif anlamda çok başarılı olmuş olması bunu görmemi engellemiyor.
Bir tane de güncel örnek verelim. İzmir’deki ilkokul sınıfına geri dönen kedi Tombi hikâyesi. Herkes kedinin dönüşüne sevinirken, küçük bir çocuğun sınıf değiştirmek zorunda kaldığı için yaşayacağı olası travmadan söz etmiyor. Hayvan seviyoruz diye insanı gözardı mı edeceğiz? Ben edemiyorum. Her şeyden önce bir kedinin yeri sınıf değildir. Bir annenin de hijyen kaygısı ile sınıfta kedi istememesi en doğal hakkıdır. Çünkü orası bir eğitim ortamıdır. Ama sonuçta herkes istiyor diye tek karşı çıkan dışlandı. Olaya sadece hayvan sevmek-sevmemek çizgisinden bakılıyor. Diğer detaylar atlanıyor.
Diğer herkes gibi düşünenler muhtemelen yukarıda verdiğim üç örneğe de katılmayacaklardır. Ancak ben farklı düşünüyorum.
Benim, hem kendi çevremde hem de internette takip ettiğim insanlar arasında böyle farklı düşünebilen insanlar var ve onların düşüncelerini dinlemek keyif veriyor. Farklı düşünebilen ve bu yüzden anlaşılamadığının farkında olan kişilere şunu söylemek istiyorum: Sorun sende değil, sen çirkin ördek yavrususun çünkü ördek değilsin, çok güzel bir kuğusun. Hikâyede olduğu gibi, senin gibi olanları bul ve onlarla birlikte ol.
Bence de salt görünenin dışındaki ayrıntıları da önemsemek gerek bazen.Normal kabul edilen pek çok yanlış var hayatta, sırf çoğunluk kabul etti diye kanıksanan vs… Güzel yazı..Radikallik iyidir, değişim için yol açar.